Translate

6 Mayıs 2020 Çarşamba

TÜRKİYE'NİN MALDİVLERİ (Salda Gölü-Burdur)



















Güneybatı Anadolu’nun, Göller bölgesi diye adlandırılan Ege Bölgesi, İç Anadolu Bölgesi ve Akdeniz Bölgesi arasında kalan kesiminde, Burdur Gölleri Havzası sınırları içinde yer alan ve 185 metre derinliğiyle Ekosistem Bütünlüğünün en iyi temsil edildiği göllerden birisidir.

Gölün doğu ve batısı bir duvar gibi yükselen dik kıyılara sahiptir. Kuzeyde Doğanbaba, güneybatı da Gökçe ve güneydoğuda Kayadibi mahalleleri çevresinde, Göl kıyıları Maldivleri andıran eşsiz bir görsel güzelliğe ve flora-fauna açısından oldukça zengin bir biyolojik çeşitliliğe sahiptir. Suyun berrak ve turkuaz renkli oluşu, alanı manzara açısından da eşsiz kılmaktadır. Bölgede yapılan çalışmalar dünyada Mars gezegeninin yüzey özelliklerini (magnezyum yüklü beyaz kayalar) taşıyan dünyadaki bir kaç bölgeden birinin Salda Gölü olduğunu göstermektedir.
Yaklaşık 6.8 km. eninde, 9.186 km. uzunluğunda bir tektonik çukurun üzerine yerleşmiş kapalı bir havza içerisinde yer almaktadır.
  • Salda Gölü, Yeşilova ilçesinin hemen kuzeybatısında ve ilçeye 4 kilometre mesafede yer alıyor. 
  • Göl, barındırdığı endemik türler ile aynı zamanda uluslararası bir öneme de sahip. Önemli bir kuş, doğa ve bitki alanı. Sığırkuyruğunun 2 türü yalnızca Salda’nın güney kıyılarında yetişiyor.Suya bu mavi rengi veren ise göl tabanını oluşturan, stromatolit adı verilen arkaik dönemde oluşmaya başlamış ve oluşumu hala devam eden bakteriyel kökenli beyaz kayaçlar.
  • Salda Gölü’nün yaklaşık 2 milyon yıl önce oluştuğu tahmin ediliyor. Göl ve kıyı şeridi 1. Derece Doğal Sit alanı durumunda. Yani bilimsel ve arkeolojik çalışmalar hariç, kesinlikle dokunulmaması gereken bir yer.
  • Ancak Salda Gölü’nü bu kadar çekici yapan beyaz kumları ve masmavi rengiyle Maldivler’i andırması. Bu nedenle sıkça Türkiye’nin Maldivleri olarak anılıyor

  • Salda, yer yer 184 metreye ulaşan derinliğiyle Türkiye’nin en derin göllerinden biri olma özelliğini taşıyor. Suyu ise az tuzlu ve yüksek alkali özellikte.
  • Son birkaç yıldır bu kadar popüler olmasının sebebi ise gezginlerin burayı keşfederek sosyal medya hesaplarında paylaşması. Salda Gölü Burdur, Denizli ve Antalya’nın ortasında kalıyor ve ana yol üzerinde bulunmuyor

  • Ulaşımın zor olması, ayak üstü bir yerde olmaması da bugüne kadar saklı bir cennet olarak kalmasını sağladı. Ancak internetin sihrinden ve hızından kaçamadı maalesef.












  • İsteyenler Maldivler olarak anılan kısımda çadır kurup kamp yapıyor. Bungalov evlerde ya da hazır çadırlarda konaklamak isteyenlerin ise Yeşilova’ya gitmesi gerekiyor
  • Burdur’dan toplu taşımayla gelmek isteyenler için Yeşilova’ya sabah 7’den akşam 7’ye araç bulunuyor ancak Maldivler olarak anılan kısma gitmek için herhangi bir toplu taşıma aracı bulunmuyor
  • Gölün birçok kısmı berrak, mavi ve temiz bir suya sahip. Yeşilova’da bulunan plaj, Maldivler olarak anılan kısım ve Salda Gölü Tabiat parkından göle girmek mümkün

  • Maldivler olarak anılan kısımda duş, tuvalet, elektrik vb. birçok ihtiyacınızı karşılayacağınız bir tesis yok ancak Yeşilova kamp ve bungalov alanında ve Salda Köyü Tabiat Parkı’nda hepsi mevcut. Ayrıca göl çevresinde birkaç plaj daha bulunuyor





  • Ayrıca Salda Gölü’nün suyu ve kil şeklindeki kumu cilde iyi geliyor. Bu nedenle çamur banyoları için göl yakınlarında minik çukurlar görebilirsiniz
  •  Salda Gölü çevresinde yapabileceğiniz en güzel şeylerden biri ise doğayla baş başa, gün batımını izlemek olacaktır

  • Türkiye’nin en temiz gölü olan Salda’nın tehlikede olduğu, turist akını ve Düden Deresi’ne sulama amacıyla gölet inşa adilmek istenmesi nedeniyle günden güne suyunun azaldığı söyleniyor. Bu nedenle çevreciler Salda Gölü için mücadele veriyor


  • Salda Gölü’nü özel kılan bir diğer özellik ise Dünya’da Mars ile aynı özellikleri taşıyan iki yerden biri olması.Gölde bulunan yüksek magnezyum içerikli beyaz kayaçların Mars’ta da bulunması, Mars’ın da bir zamanlar Salda ile benzer koşullarda olduğunu düşündürtüyor. Mars’a benzer özelliklerin bulunduğu bir diğer yer ise Kanada’da. TÜBİTAK’ın İTÜ araştırmacıları ile yürüttüğü araştırma sonucu ulaşılan bulgular Dünya’da da yankı bulmuş durumda. Bu bulgular Dünya dışı yaşamın ilk örneği olması açısından oldukça önemli.


  • Lisinia Doğal Yaşam Köyü de göle 1 saat mesafede bulunuyor. Salda Gölü’nü ziyarete gidenler yaban hayat rehabilitasyon merkezi, doğa kampları, lavanta bahçeleri ve ekolojik tarlaların bulunduğu Lisinia’yı ziyaret edebilirler

  •  Salda Gölü’ne gidenlerin ise oranın muhteşem bir doğal güzellik olduğunu, korunması gerektiğini ve çevreye karşı bilinçli olunması gerektiğini unutmaması gerekiyor…


Ihlara Vadisi-Aksaray.



VADİ İÇİNDEKİ DERİN SONSUZLUK

BÜYÜK KANYONDAKİ SAYISIZ KİLİSELER Dünyanın en büyük kanyonları arasında sayılan Ihlara Vadisi, Hıristiyanlığın kuruluş yıllarından beri önemli bir dini merkez oldu. 14 kilometrelik vadide sayısız kilise ve tarihi yaşam alanı var.
DÖNEREK AKAN SUYUN HALKI Asırlar önce Hasan Dağı’nın püskürmesiyle oluşan volkanik tabaka, doğa olayları ve Melendiz Çayı’nın aşındırmasıyla Ihlara Vadisi’ni oluşturdu. Yüksekliği 120 metreyi bulabilen bu büyüleyici kanyon, Ihlara Kasabası’nda başlayarak Belisırma ve Yaprakhisar üstünden Selime’ye uzanıyor. Kanyon boyunca akan Melendiz sebebiyle, bölgenin eski sakinlerine “dönerek akan suyun halkı”, yani “Peristremma” dendi. 
Bölgede 4. yüzyıldan itibaren öncü Hıristiyan din adamlar yetişti. İlk akla gelenler, Mısır ve Suriye’den daha farklı manastır kuralları belirleyen Kayserili Basilius ve baba-oğul-kutsal ruh üçlemesine (teslis) yeni bir izah getirerek mezhep kuran aziz Nazianzoslu Gregorius. 
105 KİLİSEDEN 14’Ü ZİYARETE AÇIK Kapadokya sınırları içinde yer alan Belisırma, Ihlara ve Gelveri’yi (Güzelyurt) kapsayan bölgede, 382 basamaklı merdivenden inip yemyeşil bir vadi tabanını takip edenler, pek çok kilise ve yaşam alanlarıyla karşılaşıyor.
Yörenin jeolojik özelliği sayesinde oluşan freskli kiliseler, manastır ruhuna uygun olarak kayalara oyuldu. 105 adet kiliseden 14 tanesi; yani Ağaçaltı, Sümbüllü, Yılanlı, Kokar, Prenliseki, Eğritaş, Direkli, Saint Georgeus, Karagedik, Ala, Bezirhane, Bahattin Samanlığı ve Batkın Kiliseleri ziyarete açık. Ihlara’ya yakın olanlarda Doğu etkisi gözlenirken, Belisırma civarındaki kiliselerde Bizans tipi duvar resimlerine rastlanıyor.
HAZIR GELMİŞKEN…
Tarihi önemi yanı sıra doğal güzelliğiyle de görenleri etkileyen vadinin başında yer alan Ziga Kaplıcası’nın şifalı sularından faydalanabilir, Belisirma Köyü’nde Melendiz Çayı’nın üzerine kurulan çardaklarda mola verebilirsiniz.
  • Kaya oyma mekanları, kiliseler ve bitki örtüsüyle her mevsim ziyaretçileri kendisine hayran bırakan 14 kilometre uzunluğundaki Ihlara Vadisi'ne 394 basamaklı merdivenle iniliyor.
  • Kapadokya, Aksaray'ın Güzelyurt ilçesindeki Ihlara Vadisiyle başlıyor. Bu nedenle de özellikle Kapadokya bölgesine gezmeye giden yerli ve yabancı turistler Ihlara Vadisi'ni de mutlaka uğruyor.
  • Ihlara Vadisi'nin dünyanın en önemli kanyonları arasında gösterildiği belirtiliyor.
  • Ihlara, farklı özellikleriyle Kapadokya'ya gelen turistlerin mutlaka ziyaret etmeleri gerekli bir yerdir. Turistlerin, Ihlara'ya uğramadan yapacakları bir Kapadokya gezisi kesinlikle eksik kalır. Çünkü bu vadi ziyaretçilere tarihi ve turistik açıdan harikulade güzellikler sunmaktadır. İçerisinde dört mevsim akan Melendiz çayı, muhteşem bitki örtüsüyle Kapadokya içerisindeki bu güzelliği henüz görmemiş olanların tatil planlarına Ihlara Vadisi'ni eklemelerini öneririm.

Ihlara Vadisi'ne özellikle Almanya, Fransa, İngiltere, Kore, Çin ve Japonya gibi ülkelerden çok sayıda turist ziyaret etmektedir.
  • Ihlara Vadisi, tektonik yükselmeler ve Hasandağı volkanının püskürmesinin ardından çöküntüye uğrayan alan üzerinde ilerleyen Melendiz Çayı’nın binlerce yılık aşındırması sonucunda oluşmuştur. Melendiz Çayı, Ihlara Vadisi boyunca araziyi derin ve sarp bir biçimde yarmak suretiyle, vadi boyunca görkemli ve çarpıcı güzellikler meydana getirir. Melendiz Dağları’ndan kaynaklarını alan küçük akarsular birleşerek, güneydoğu-kuzeybatı yönünde akar ve Mamasın Barajı’na ulaşır. Melendiz Çayı, vadi boyunca otuza yakın menderes çizer. Ilısu ile Selime arasındaki uzaklık kuş uçuşu 10 kilometre olmasına karşılık, akarsuyun menderesler çizerek akması nedeniyle gerçek uzaklık 18 kilometreyi bulmaktadır.
  • Ihlara Vadisinin dikkat çeken bir başka özelliği ise doğasıdır. Duvar gibi dik, derin ve dar vadinin tabanındaki suyun kenarında, bağlar ve bahçelerden oluşan yoğun bir yeşillik şeridi yer alır. Sanki doğa kendini vadi içine gizlemiştir. Vadi çevresinde bozkır görünüşlü ve cılız bitki örtüsü hâkimdir. Vadinin yamaçlarına geldiğinizde ise zengin ve yeşil bir doğa parçasının vadi içinde saklandığını görürsünüz. İşte bu gizlenmiş olma durumu, vadinin özel yerini de belirlemiştir. Vadi tabanında bölgedeki karasal iklimden farklı olarak, Akdeniz iklimine yakın bir iklim görülmektedir. Vadi tabanı bu özelliği ile doğal bir mikroklima alanıdır. Buna bağlı olarak vadi tabanında başta Antep fıstığı olmak üzere çok çeşitli bitkiler yetişmektedir.
  • Ihlara Vadisi'ndeki kayalara oyulmuş freskli kiliseler korunarak, eşine rastlanmayan bir tarih hazinesi olarak günümüze ulaşmıştır. Hıristiyanlığın ilk yıllarından itibaren kayaların rahatlıkla kazılmasıyla meydana getirilen bu freskli kiliseler ve iskân yerleri 14 kilometre boyunca Ihlara'dan Selime'ye kadar devam eden Ihlara Vadisi içerisinde yer alırlar. İlk çağlarda Kapadokya Irmağı'nın (Patamos Kapadokus) ortasında tabiatla tarihin bir arada bulunduğu Ihlara Vadisi'ndeki bu kiliselerin ilk örnekleri MS IV. yüzyıla kadar görülmektedir. Kiliselerin resim tekniği iki kısma ayrılabilir. Ihlara civarındaki kiliseler "Kapadokya Tipi" olarak bilinen özellikler gösterirler. Bunlara örnek olarak: Eğritaş, Ağaçaltı, Kokar, Pürenliseki ve Yılanlı Kiliseleri verilebilir. Belisırma bölümünde bulunanlar ise "Bizans Tipi" resimlerle süslüdür. 

PERİ BACALARI | KAPADOKYA



Kapadokya’yı özel bir coğrafya yapan ve peri bacaları oluşumuyla böylesine görsel bir şölene dönüştüren sihirli değnek değil elbette, jeolojik zamanlardaki aktif volkanlar. Neredeyse 60 milyon yıl önce 3. Jeolojik dönemde başlayan Torosların yükselmesi ve kuzeyde bulunan Anadolu fayını sıkıştırması sonucu bölgedeki yanardağlar birden harekete geçmiş. Karlı siluetiyle şimdilerde manzarasına doyulmayan Erciyes DağıGüllüdağ ve Hasandağı bundan 10 milyon yıl öncesine kadar lav püskürtmeye başlayan aktif yanardağlar; Kapadokya Bölgesi ise arkeolojik kazılarda bulunan deniz canlılarının fosillerinden anlaşıldığı üzere bir iç denizmiş. Yanardağlardan 10 milyon yıl önce Üst Miyosen’le başlayıp, 2 milyon yıl önce Pliosen’e kadar püsküren lavlar, platolara inerek bu iç denizi, gölleri ve akarsuları kurutmuş. Kuruyan zeminin üstünde neredeyse 100 – 150 metre kalınlığında bir tüf tabakası oluşmuş. Oluşan tabakanın içinde volkan külü, kil, kumtaşı, kil ve bazalt içeren kayaçlar olduğundan bazı alanlarda sert, bazı alanlarda ise oyulabilecek yoğunlukta lav birikmeleri olmuş. Bu tabaka ilerleyen zamanlarda bölgeden geçen Kızılırmak başta olmak üzere, vadilerin yamacından inen seller ve rüzgarların etkisiyle değişime uğramış. Bitki örtüsünün azlığı ve tüf tabakasının geçirimsizliğiyle kuvvetlenen sel suları akarken, sert kayaların arasında inatla yol açmaya çalışmış. Sert kayalar azgın suların gücü karşısında çatlayıp koparken, alt kısımlarında ise derin dalgalı vadiler bırakmış. Tabiatın bu coğrafyada asırlar boyu bir sanatkar, bir heykeltıraş edasıyla çalışması ve emek vermesiyle ise, sel sularının aşındırmasından kendini koruyan sert kayalar, dünyada eşi benzeri olmayan şapkalı, konik gövdeli peribacaları oluşumu gerçekleşmiş.



Peri bacaları Tarihi

Kapadokya’nın sınırlarını tarihte ilk kez Roma antik döneminin ünlü coğrafyacısı Strabon çizmiş.  Güneyde Toroslardan başlayarak, kuzeyde Doğu Karadeniz kıyı şeridi, batıda Aksaray, doğuda ise Malatya olacak şekilde geniş bir alanı Kapadokya olarak isimlendirmiş. Günümüzde ise bizim Kapadokya dediğimiz bölge Aksaray, Nevşehir, Niğde, Kırşehir ve Kayseri illerini kapsıyor. Bu sınırların arasında  Avanos, Ürgüp, Göreme, Uçhisar ve Ihlara çevresi ‘Kayalık Kapadokya Bölgesi’ olarak biliniyor. ‘Dili olsa da neler gördü geçirdi bir anlatsa’ dedirtecek kadar eski peri bacaları tarihi Kapadokya’nın tarihi aslında.Kapadokya peri bacaları oluşumundan bu yana birçok medeniyet görmüş. Bölgenin doğal binaları olan peri bacalarının içleri, ilk insan yerleşiminin olduğu Paleolitik dönemde oyulmaya başlamış. Hititlerin yaşadığı dönemlerden sonra, 3. Yüzyılda ilk Hristiyanların inançlarını özgürce yaşayabilmeleri için hem bir sığınak, hem bir ibadethane hem de ev olarak kullanılmış. 11. ve 12. Yüzyılda Kapadokya Selçukluların olana kadar da, Hristiyanların gerek Arap akıncılara, gerek başka istilalara direnişine şahit olmuş.Tüflü yapısından dolayı her dönem biraz daha oyulup biraz daha genişletilmiş, hatta kilise olarak kullanılanlarında içlerine dönemin hikayelerini yansıtan freksler bile işlenmiş. Peri bacaları oluşumunun mucizesi bölgenin ‘masal diyarı’, ‘harikalar diyarı’ diye anılmasının yanı sıra uzaylıların uğradığı doğaüstü bir bölge olarak görülmesinde de etken olmuş.



Peri bacaları Hakkında Bilgi

Peri bacaları hakkında bilgi verirken genel bir tanımlama yapacak olursak, çoğunluğu konik gövdeler üzerine şapka tabir edilen sert kaya başlıklardan oluşmuş. Peri bacaları oluşumunda en büyük pay da şapkalarına düşüyor. Çünkü şapka kısımlarının araziye göre daha sert yapıda olması, aşağısında koni biçiminde yükselen ve nispeten daha yumuşak olan gövdenin korunmasını da sağlıyor. Peri bacalarının gövde kısımları yanardağ kırıntısı da denilen tüfit, volkan külü ve tüften, şapka kısımları ise ignimbirit ve lahar gibi sert, dayanıklı kayaçlardan. Bu yüzden sert şapkalar ağırlıklarıyla aşağı doğru baskı yaparak konik gövdeleri rüzgar aşınmasına daha dirençli kılıyor. Bir diğer özelliği ise konik gövdede bulunan tüfün erozyonunu önlemesi ve peri bacasının yüksekliğini kontrol altında bulundurması oluyor ki, peri bacasının var olabilmesi, daha doğrusu ömrünün uzun olabilmesi bu yüzden şapkaların kayaçlarındaki dirence bağlı desek yalan olmaz.Kapadokya’da erozyonla oluşan şapkalı peri bacaları dışında mantar biçimli, sütunlu ve sivri peri bacaları da görülüyor. Peri bacalarının çapları ise 1 metreden başlayıp 15 metreye kadar büyüyebiliyor. Bu oranlardan daha küçük veya daha büyük olanları  peri bacası olarak değerlendirilmiyor. Renkleri genellikle gri veya beyaz olan peri bacalarının milyonluk yaşlarına rağmen dimdik ayakta durmaları doğanın sunduğu bir mucize gibi. Dünyada bazı yerlerde peri bacaları oluşumuna benzeyen şekiller görülse de, Kapadokya’dan başka hiçbir yerde bu kadar yoğun bulunmuyor. Bu yüzden Kapadokya Peri bacaları dünyanın 7 harikasından biri olarak gösteriliyor. Peri bacaları oluşumu çok ama çok büyük zamanlara yayılarak günümüze kadar gelmiş olsa da, zamana karşı ne kadar direneceğini öngörmek depremin olacağı saati bilmek gibi bir şey. Her ne kadar yüzyıllar içinde yeniden oluşacağı var sayılsa da doğadaki değişimler ve aşındırıcı faktörler devam ettikçe peri bacalarının dirençleri de azalıyor.



Kapadokya’da Peri bacaları Nerede?

Kapadokya’nın tüflü volkanik toprağına yayılmış binlerce peri bacası var. Ama en yoğun olarak Avanos – Ürgüp – Uçhisar’ın oluşturduğu üçgenin içinde kalan vadilerde gözlemleniyor. Ürgüp Şahinefendi’de, bölgenin en önemli üç vadisinden biri olan bez bebekleriyle ünlü Soğanlı Vadisi’nde yüzlerce peri bacası oluşumu görebiliyorsunuz mesela. Nevşehir’e 7 km. uzaklıktaki Çat kasabasına da peri bacası ormanı diyebilir, Aksaray’ın Güzelyurt ilçesine bağlı Selime’de yamaçlara yaslanmış peri bacalarında güneşin bıraktığı renkleri seyredebilirsiniz. Avanos – Göreme yolunda Paşabağ Vadisi’ne uğrayıp bir zamanlar keşişlerin inzivası olan mantar biçimli peri bacaları arasından yürüyebilirsiniz. Ama ‘en çoğunu nerede görürüm’ diye soruyorsanız, ‘Zelve’ye gidin’ deriz. ‘Nam-ı diğer Kapadokya’yım’ diyen yaşlı peri bacalarının, sessiz hayatları boyunca başlarından geçen milyonlarca hikaye var. Ve onları göreceğiniz birçok yol kenarı, birçok tepe var Kapadokya’da. Hatta bir de halk arasında denilen ve günümüze kadar ulaşan bir peri bacaları efsanesi de duyacaksınız gezerken.

Peri bacaları Efsanesi

Efsane bu ya; bundan çok zaman önce Göreme’deki köylerden birinde çok çalışkan bir köylü yaşarmış. Peri bacalarının gölgelediği bağlarından üzümler dolar taşar, peri bacalarının içine oyduğu güvercinlikleri hiç yumurtasız kalmazmış. Çalışarak geçirdiği ömrünün son demlerinde hasat zamanı erkenden tarlasına gitmek istemiş ama eski gücü kalmadığından bir peri bacasının eteğinde yığılıp kalmış. Bir yandan da hayıflanıp ‘yel savurursa, kuşlar diderse nice olur emeğim’ diye söylenip dururmuş. O böyle üzülüp ağlarken, birden peri bacalarının içinden ellerinde meşalelerle birçok perinin çıktığını görmüş. Periler yaşlı adamın tarlasındaki ekinleri, bağları toplayıp hangarlara taşımışlar ve işlerini şafak sökene kadar bitirip ortadan kayboluvermişler. Yaşlı adam gözlerine inanamayıp rüya gördüğünü sanmış önce ama çalışkanlığın ödülü olsa gerek, o geceden sonra da periler hep yardımına koşmuşlar. Köydekiler beli bacağı tutmayan bu yaşlı köylünün tarlasının verimine ve nasıl bu kadar baktığına akıl sır erdiremeseler de, gerçeği hiçbir zaman öğrenememişler. Yaşlı adam bir gün sırrıyla birlikte ölüp gitmiş fakat peri bacaları sessizliğiyle bu sırrı hep saklamış. Tıpkı sakladığı diğer nice sırlar gibi…

https://www.kapadokyadayim.com/peri-bacalari/

4 Mayıs 2020 Pazartesi

Salar de Uyuni - Bolivya




Bolivya’nın doğal güzelliklerinden Salar de Uyuni, dünyanın en büyük tuz gölü. Göl gerek görünüşü, gerek turistik potansiyeli, gerekse tuz rezervi açısında oldukça yüksek bir cazibe merkezi olma özelliği taşıyor. Yaklaşık 10 bin 582 kilometrekarelik alana yayılmış olan ve deniz seviyesinden 3656 metre yüksekte bulunan bu doğa harikası gölde tuz kalınlığı, yer yer 25 metreye kadar ulaşıyor. Gölün kuru olduğu aylarda üzerinde arazi araçları, minibüs ve hatta kamyonlar bile rahatça hareket edebiliyor. Bu akıl almaz doğal güzellik aynı zamanda 10 milyar ton tuz rezervi ile de dikkat çekiyor. Teknolojik aletler için lityum pil üretiminden gümüş madeni elde edilmesine pek çok kritik konuda da  hammadde olarak kullanılan bu tuz, Bolivya ekonomisi için çok önemli bir gelir kaynağı. 



Büyüklüğü ve ekonomik faydalarının yanı sıra Salar de Uyuni, gezginlere doyumsuz deneyimler yaşatıyor. Sabahın ilk saatlerinde başlayan ve uzman rehberler eşliğinde gerçekleştirilen gezilerde metrelerce kalınlıktaki bembeyaz tuzun üzerinde yürürken ayaklarınızın altında gıcırdayan tuz kristallerini hissetmeniz mümkün.

Rehberler sayesinde günün en güzel manzaralarını gölde yakalayıp fotoğraflama fırsatına da sahip olabilirsiniz. Mayıs ayından Kasım ayına kadar sert çöl ikliminin etkisi ile kuru olan göl, Aralık-Nisan ayları arasında ise yağışların etkisi ile sulak bir alana dönüşüyor. Gölün yansıtıcı yüzeyi ise size dünyanın en büyük aynasını uzaktan izleme fırsatı sunuyor. Gökyüzü ve yeryüzünün bir araya geldiği bu harika görüntü ile büyülenebilirsiniz.

Salar de Uyuni Gölü, turist akınına uğrayan bir bölge olduğundan çevrede çok sayıda otel bulunuyor. Bunlar arasında en özel olan ise duvarlarından mobilyalara, resepsiyon bankosundan lobiyi süsleyen heykellere kadar her şeyin tuz bloklarından Luna Salada Hotel. Salar de Uyuni gezisi sırasında mutlaka uğranması gereken duraklardan biri İnka Evi adı verilen adacık.

7 Haziran 2017 Çarşamba

Newgrange Kümbeti



*Newgrange, İrlanda’nın Meath kasabasında Boyne nehrinin kıyısındadır. Başkent Dublin’in 48 km. kuzeyine düşmektedir. 1699’da bina yapımında kullanmak üzere taş ararken keşfedilen Newgrange, mağara diye nitelendirilmişti.
O sıralarda Danimarkalılara atfedilmiş, Hıristiyan dönemin ilk yüzyıllarında yaşayan Tara krallarına türbe olarak hizmet etmiş, hatta Mycenae (Girit-Mikene krallığı) deki arı kovanı mezarlarının bir uzantısı olarak görülmüştür. Aslında Mycenae’den, hatta Stonehenge ve Mısır piramitlerinden daha eskidir.
*İrlanda edebiyatında Boyne’un ikametgahı olarak nam salan Newgrange, M.Ö. 3200’lerde yapılmış bir “pasaj mezar”dır. Burası, yine Neolitik çağ (cilalı taş çağı) insanının nasıl bir teknolojik yeterlilik ve yetkinliğe (!) sahip olduğunu gösteren ilginç bir yerdir. Boylu boyunca ve tavanında harika monolitlerin (büyük boyutlu tek parça taş) uzandığı, 91 cm. genişliğinde ve 16,7 m. uzunluğundaki bu pasaj, üç kollu bir odaya açılır. Pasajın ön kısmındaki 1,5 m. yükseklik, odanın girişinde 3 m. ye ulaşır. Hem oda, hem de pasajın, 200.000 ton gevşek taştan oluşan bir taş yığını ile örtüldüğü saptanmıştır. (Atalarımız, yine inanılmaz rakamlarla bizi şaşırtmaya devam ediyor).
*Newgrange’a dair hala cevaplanmamış sorular vardır; Böylesine titizlikle inşa edilmiş bir yapıda, neden sadece dört insan kalıntısı bulunmuştur. Üstelik bunların kaldırılıp taşınmadığı, buraya ‘sürüklendiği’ anlaşılmıştır. (Burası gerçekten mezar olarak mı inşa edilmiştir?) Kimler yaptı? Yapımı ne kadar sürdü? Yapımında kaç kişi çalıştı? Bilinmemektedir.. Ancak Newgrange araştırmacısı Profesör O’Kelly’nin bulguları oldukça ilginçtir. Pasaj, kış dönencesinde (21 Aralık) doğan güneşin pasajdan içeri süzüleceği şekilde tasarlanmıştı. Yılın sadece bu döneminde, bir hafta kadar süren bir süre boyunca, güneş ışığı çatıda açılan ufak bir delikten içeri süzülüyor, ‘mezar odası’ olduğu sanılan(!) odaya düşüyor. (Mısır piramitlerini hatırladınız mı? Orada da güneşle aynı oyun oynanıyor, güneş yılda iki kez firavun odasına giriyordu) Newgrange’ın astronomiyle doğrudan ilgili olduğu anlaşılmakta. Ama bunu söyleyen uzmanlar, dönüp, o çağda insanların cilalı taş çağını yaşamakta olduklarını iddia etmekteler. Hangisine inanacağız? Eğer insanlar o sırada ‘cilalı taş çağını’ yaşıyorlarsa, Newgrange, Stonehenge ve daha pek çok yapıyı, insanlar yapmamış demektir. Yok, insanlar yapmışsa, o zaman da ‘cilalı taş çağı’ bilgisi yanlıştır. Anlaşılan, 5000 yıl önceki atalarımız böyle ilginç yapılar yapmayı çok seviyorlarmış. Çünkü, İskoçya’daki Orkney Adalarında M.Ö. 2700 lerde yapılan Maes Howe türbesinde de aynı şey karşımıza çıkıyor. Yine yılın en kısa gününde, kış dönencesinde, (21 Aralık) güneş bu türbenin kapısından geçip, büyük odanın arka duvarına birkaç dakikalığına vurmakta. Ancak burada doğan güneş değil, batan güneş bu işi yapıyor. Bu da, bu yapıları yapanın gerçekten astronomi bilgilerine sahip olduğunu gösteriyor.
İlkbaşlarda mezar olduğu düşünülen bu yapının daha sonra daha çok bir tapınak olduğu kanısına varıldı.
Ayrıca yapılan son araştırmalarda 8 senede bir kere Güneşin doğumundan yarım saat önce  Venüs gezegeninin de yapının girişinden içerisini aydınlattığı saptanmış.

6 Haziran 2017 Salı

UÇAN GAYZER

*Gayzerler genellikle volkanik bölgelerde ya da fay hattı bölgelerinde görülür. Bu bölgelerde yer altında bulunan su, farklı derinliklerde yatay ince kanallarla birbirine bağlı doğal bir kuyu oluşturur. Derinlik farkı sebebiyle oluşan basınç farkından dolayı, her bir tabakada bulunan suyun kaynama sıcaklığı birbirinden farklıdır. Örneğin; 300 metrede su ile dolu bir haznede bulunan suyun, kaynamak için 230°C sıcaklığa ulaşması gerekir. Derinlik arttıkça suyun kaynamak için ihtiyaç duyduğu sıcaklık da artar. Yeryüzüne daha yakın noktalardaki su önce kaynar ve buhar basıncının etkisiyle kuyunun ağzından dışarı çıkmaya başlar. Böylece daha derindeki suyun basıncında ani bir düşüş olur. Kaynama sıcaklığını çoktan geçmiş ancak basınç sebebiyle kaynayamayan su, ani basınç azalmasının etkisiyle hızla kaynamaya başlar. Kısa sürede oluşan buhar basıncının da etkisiyle kuyunun ağzından dışarı doğru fışkırır.
*Amerikan’nın Nevada Eyaletinde bulunan Uçan Gayzer’i diğerlerinden farklı yapan ise doğal şartlar altında değil de bölgede yaşayan bir çiftçinin müdahalesi sonucu oluşmuş olması. 1917 yılında bir çiftçi, mahsüllerini daha iyi yetiştirebilmek ve kuraklıktan kurtulmak için su kaynağı arayışına girerek, bölgede kuyu açmaya başlamış. Ancak kuyu için gerekli derinliğe inmek üzereyken su sıcaklığının 200°C’ye ulaşması çiftçinin vazgeçmesine neden olmuş. Bundan yıllar sonra şansını bir kez daha denemek isteyen çiftçi tekrar başarısız olmuş ve açılan çukur kapatılmış. Ancak kapatılma işlemi doğru yapılamadığı için, bölgeden su ve suyla birlikte yeraltı mineraller yeryüzüne çıkmaya devam etmiş. İşte sonuç, gördüğünüz bu muhteşem manzara…Yer altında bulunan silisyum dioksit (SiO2), hidrojen sülfür (H2S), karbondioksit (CO2) ve kalsiyum karbonat (CaCO3) gibi bileşiklerin suyla beraber yıllar boyunca yeryüzüne taşınması ve oksijenle tepkimeye girmesi sonucu bu ilginç yapı oluşmuş. Göz alıcı renklerin oluşmasını sağlayansa, çok yüksek sıcaklarda yaşayan (41°C ile 122°C arası) termofilik algler. Gayzerin yeryüzüne çıkış noktasında bulunan travertense, birçok balık ve kuş türüne ev sahipliği yapmakta.

*Arazi birkaç zengin tarafından turistlere açılmak üzere uzun yıllar satın alınmaya çalışılmış. Ancak arazi sahipleri teklifleri reddetmiş. Özel arazi olmasına rağmen her yıl yüzlerce insan bölgeyi turistik amaçlı ziyaret ediyor ve arazi sahibi ziyaretçilere rehberlik hizmeti veriyor.

Aogashima Volkanı

*Bu yaklaşık 200 kişinin yaşadığı Aogashima Adasında çokta şaşırtıcı bir şey değil.Sadece bir okul ve tek bir postane ile Japonya’ya bağlı olan volkanik ada tam bir manzara şaheseri.
Aogashima, Izu Takımadalarının bir parçası, Filipin Denizinin iki yüz mil güneyinde yer alıyor.205 nüfuslu (2009 yılı itibariyle), Japonya’nın bir parçası ve Tokyo tarafından yönetilmektedir. İlk bu nefes kesen konumu fotoğraflarını gördüğümde,  bir tabak üzerinde ters bir puding hatırlatmıştı. Ya da tuhaf şekilli bir çörek.

*Ada oldukça iyi büyük bir kaldera içinde bir volkanik kaldera olması ile tanınır. Hala insanlar tarafından dokunulmamış, dünyada kalan böyle yerlerin var olduğuna inanmak zor.Aogashima ‘nın tüm nüfusu adanın küçük bir parçası üzerinde yaşıyor. Çoğu özellikleri gibi genel bir mağaza ve bir helikopter pisti olarak bulunduğu yerdir. Bu kadar uzak bir yerde büyük bir gece hayatı ya da gurme yemek seçenekleri beklemek gerçekçi olmasa da, Aogashima tamamen yoksun değildir. Rahatlamak ve gevşemek için harika bir yerdir. Tüplü dalış yoğun mavi sularında popüler bir etkinliktir.
*Adanın çok merkezi bir jeotermal saunası var. Yürüyüş ile geçirilen uzun bir günün ardından dinlenmek için mükemmel bir yol .  Adaya Erişilebilirlik seçenekleri çok büyük değildir: Sadece feribot ile ve helikopter ile ulaşılabilir. Havaya gözatmak için limanın 7/24 canlı yayın erişimi vardır.
*Gitmek isterseniz,yine de bilmeniz gereken; Hala aktif bir yanardağdır ve Son büyük patlama 1785 yılında, 200 yıldır önceydi. 140 kişinin öldüğü söyleniyor.