Translate

7 Haziran 2017 Çarşamba

Newgrange Kümbeti



*Newgrange, İrlanda’nın Meath kasabasında Boyne nehrinin kıyısındadır. Başkent Dublin’in 48 km. kuzeyine düşmektedir. 1699’da bina yapımında kullanmak üzere taş ararken keşfedilen Newgrange, mağara diye nitelendirilmişti.
O sıralarda Danimarkalılara atfedilmiş, Hıristiyan dönemin ilk yüzyıllarında yaşayan Tara krallarına türbe olarak hizmet etmiş, hatta Mycenae (Girit-Mikene krallığı) deki arı kovanı mezarlarının bir uzantısı olarak görülmüştür. Aslında Mycenae’den, hatta Stonehenge ve Mısır piramitlerinden daha eskidir.
*İrlanda edebiyatında Boyne’un ikametgahı olarak nam salan Newgrange, M.Ö. 3200’lerde yapılmış bir “pasaj mezar”dır. Burası, yine Neolitik çağ (cilalı taş çağı) insanının nasıl bir teknolojik yeterlilik ve yetkinliğe (!) sahip olduğunu gösteren ilginç bir yerdir. Boylu boyunca ve tavanında harika monolitlerin (büyük boyutlu tek parça taş) uzandığı, 91 cm. genişliğinde ve 16,7 m. uzunluğundaki bu pasaj, üç kollu bir odaya açılır. Pasajın ön kısmındaki 1,5 m. yükseklik, odanın girişinde 3 m. ye ulaşır. Hem oda, hem de pasajın, 200.000 ton gevşek taştan oluşan bir taş yığını ile örtüldüğü saptanmıştır. (Atalarımız, yine inanılmaz rakamlarla bizi şaşırtmaya devam ediyor).
*Newgrange’a dair hala cevaplanmamış sorular vardır; Böylesine titizlikle inşa edilmiş bir yapıda, neden sadece dört insan kalıntısı bulunmuştur. Üstelik bunların kaldırılıp taşınmadığı, buraya ‘sürüklendiği’ anlaşılmıştır. (Burası gerçekten mezar olarak mı inşa edilmiştir?) Kimler yaptı? Yapımı ne kadar sürdü? Yapımında kaç kişi çalıştı? Bilinmemektedir.. Ancak Newgrange araştırmacısı Profesör O’Kelly’nin bulguları oldukça ilginçtir. Pasaj, kış dönencesinde (21 Aralık) doğan güneşin pasajdan içeri süzüleceği şekilde tasarlanmıştı. Yılın sadece bu döneminde, bir hafta kadar süren bir süre boyunca, güneş ışığı çatıda açılan ufak bir delikten içeri süzülüyor, ‘mezar odası’ olduğu sanılan(!) odaya düşüyor. (Mısır piramitlerini hatırladınız mı? Orada da güneşle aynı oyun oynanıyor, güneş yılda iki kez firavun odasına giriyordu) Newgrange’ın astronomiyle doğrudan ilgili olduğu anlaşılmakta. Ama bunu söyleyen uzmanlar, dönüp, o çağda insanların cilalı taş çağını yaşamakta olduklarını iddia etmekteler. Hangisine inanacağız? Eğer insanlar o sırada ‘cilalı taş çağını’ yaşıyorlarsa, Newgrange, Stonehenge ve daha pek çok yapıyı, insanlar yapmamış demektir. Yok, insanlar yapmışsa, o zaman da ‘cilalı taş çağı’ bilgisi yanlıştır. Anlaşılan, 5000 yıl önceki atalarımız böyle ilginç yapılar yapmayı çok seviyorlarmış. Çünkü, İskoçya’daki Orkney Adalarında M.Ö. 2700 lerde yapılan Maes Howe türbesinde de aynı şey karşımıza çıkıyor. Yine yılın en kısa gününde, kış dönencesinde, (21 Aralık) güneş bu türbenin kapısından geçip, büyük odanın arka duvarına birkaç dakikalığına vurmakta. Ancak burada doğan güneş değil, batan güneş bu işi yapıyor. Bu da, bu yapıları yapanın gerçekten astronomi bilgilerine sahip olduğunu gösteriyor.
İlkbaşlarda mezar olduğu düşünülen bu yapının daha sonra daha çok bir tapınak olduğu kanısına varıldı.
Ayrıca yapılan son araştırmalarda 8 senede bir kere Güneşin doğumundan yarım saat önce  Venüs gezegeninin de yapının girişinden içerisini aydınlattığı saptanmış.

6 Haziran 2017 Salı

UÇAN GAYZER

*Gayzerler genellikle volkanik bölgelerde ya da fay hattı bölgelerinde görülür. Bu bölgelerde yer altında bulunan su, farklı derinliklerde yatay ince kanallarla birbirine bağlı doğal bir kuyu oluşturur. Derinlik farkı sebebiyle oluşan basınç farkından dolayı, her bir tabakada bulunan suyun kaynama sıcaklığı birbirinden farklıdır. Örneğin; 300 metrede su ile dolu bir haznede bulunan suyun, kaynamak için 230°C sıcaklığa ulaşması gerekir. Derinlik arttıkça suyun kaynamak için ihtiyaç duyduğu sıcaklık da artar. Yeryüzüne daha yakın noktalardaki su önce kaynar ve buhar basıncının etkisiyle kuyunun ağzından dışarı çıkmaya başlar. Böylece daha derindeki suyun basıncında ani bir düşüş olur. Kaynama sıcaklığını çoktan geçmiş ancak basınç sebebiyle kaynayamayan su, ani basınç azalmasının etkisiyle hızla kaynamaya başlar. Kısa sürede oluşan buhar basıncının da etkisiyle kuyunun ağzından dışarı doğru fışkırır.
*Amerikan’nın Nevada Eyaletinde bulunan Uçan Gayzer’i diğerlerinden farklı yapan ise doğal şartlar altında değil de bölgede yaşayan bir çiftçinin müdahalesi sonucu oluşmuş olması. 1917 yılında bir çiftçi, mahsüllerini daha iyi yetiştirebilmek ve kuraklıktan kurtulmak için su kaynağı arayışına girerek, bölgede kuyu açmaya başlamış. Ancak kuyu için gerekli derinliğe inmek üzereyken su sıcaklığının 200°C’ye ulaşması çiftçinin vazgeçmesine neden olmuş. Bundan yıllar sonra şansını bir kez daha denemek isteyen çiftçi tekrar başarısız olmuş ve açılan çukur kapatılmış. Ancak kapatılma işlemi doğru yapılamadığı için, bölgeden su ve suyla birlikte yeraltı mineraller yeryüzüne çıkmaya devam etmiş. İşte sonuç, gördüğünüz bu muhteşem manzara…Yer altında bulunan silisyum dioksit (SiO2), hidrojen sülfür (H2S), karbondioksit (CO2) ve kalsiyum karbonat (CaCO3) gibi bileşiklerin suyla beraber yıllar boyunca yeryüzüne taşınması ve oksijenle tepkimeye girmesi sonucu bu ilginç yapı oluşmuş. Göz alıcı renklerin oluşmasını sağlayansa, çok yüksek sıcaklarda yaşayan (41°C ile 122°C arası) termofilik algler. Gayzerin yeryüzüne çıkış noktasında bulunan travertense, birçok balık ve kuş türüne ev sahipliği yapmakta.

*Arazi birkaç zengin tarafından turistlere açılmak üzere uzun yıllar satın alınmaya çalışılmış. Ancak arazi sahipleri teklifleri reddetmiş. Özel arazi olmasına rağmen her yıl yüzlerce insan bölgeyi turistik amaçlı ziyaret ediyor ve arazi sahibi ziyaretçilere rehberlik hizmeti veriyor.

Aogashima Volkanı

*Bu yaklaşık 200 kişinin yaşadığı Aogashima Adasında çokta şaşırtıcı bir şey değil.Sadece bir okul ve tek bir postane ile Japonya’ya bağlı olan volkanik ada tam bir manzara şaheseri.
Aogashima, Izu Takımadalarının bir parçası, Filipin Denizinin iki yüz mil güneyinde yer alıyor.205 nüfuslu (2009 yılı itibariyle), Japonya’nın bir parçası ve Tokyo tarafından yönetilmektedir. İlk bu nefes kesen konumu fotoğraflarını gördüğümde,  bir tabak üzerinde ters bir puding hatırlatmıştı. Ya da tuhaf şekilli bir çörek.

*Ada oldukça iyi büyük bir kaldera içinde bir volkanik kaldera olması ile tanınır. Hala insanlar tarafından dokunulmamış, dünyada kalan böyle yerlerin var olduğuna inanmak zor.Aogashima ‘nın tüm nüfusu adanın küçük bir parçası üzerinde yaşıyor. Çoğu özellikleri gibi genel bir mağaza ve bir helikopter pisti olarak bulunduğu yerdir. Bu kadar uzak bir yerde büyük bir gece hayatı ya da gurme yemek seçenekleri beklemek gerçekçi olmasa da, Aogashima tamamen yoksun değildir. Rahatlamak ve gevşemek için harika bir yerdir. Tüplü dalış yoğun mavi sularında popüler bir etkinliktir.
*Adanın çok merkezi bir jeotermal saunası var. Yürüyüş ile geçirilen uzun bir günün ardından dinlenmek için mükemmel bir yol .  Adaya Erişilebilirlik seçenekleri çok büyük değildir: Sadece feribot ile ve helikopter ile ulaşılabilir. Havaya gözatmak için limanın 7/24 canlı yayın erişimi vardır.
*Gitmek isterseniz,yine de bilmeniz gereken; Hala aktif bir yanardağdır ve Son büyük patlama 1785 yılında, 200 yıldır önceydi. 140 kişinin öldüğü söyleniyor.

5 Haziran 2017 Pazartesi

Nan Madol

*92 yapay ada üstüne inşa edilmiş Nan Madol şehri hala dünyanın tam olarak açıklanamayan mucizelerinden.
Nan Madol, yaklaşık 400 yıl önce sırra kadem basan kadim bir Pasifik Okyanusu uygarlığının merkezi olarak kabul ediliyor. Nan Madol, su üzerine inşa edilen dünyanın gelmiş geçmiş tek şehri.
Saudeleur Hanedanlığı'nın hakimiyetindeki şehrin kurulması yüzlerce yıl sürmüş. 92 yapay ada, deniz uzantısı göller üstüne inşa edilmiş. Yüzen şehrin kalıntıları, şu anda Mikronezya Federal Devletleri topraklarında bulunuyor.

*Kentin yapımında boyları 4,5 metre ve daha uzun, ağırlıkları ise 5 ton ve daha fazlası olan, doğal olarak altıgen şekilli bulunan bazalt sütunlar kullanılmıştır. Kullanılan bazalt sütunların toplam ağırlıklarının 250.000.000 ton (250 milyon ton) olduğu sanılmaktadır. Ancak anlaşılamayan konu, bu kadar çok bazalt sütununun buraya nereden ve nasıl getirildiği, ve yörede herhangi bir metal kaynağı olmamasına rağmen bu yapıların nasıl ortaya çıkarıldığıdır. Böyle diyor arkeologlar ve Nan Madol hakkındaki resmi bilgiler. Ancak tüm mantıklı açıklama çabalarına rağmen bir noktada teslim olduklarını ve işin içinde bir gariplik olduğunu kabul ettiklerini görüyoruz. 


*Bugünkü tüm batı medeniyetlerinde silinmez izler bırakan Roma İmparatorluğu bir bütün olarak 300 yıl varlığını sürdürebildi. Batı Roma İmparatorluğu sadece 100 yıl dayanabildi. Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) 900 yıla yakın dayandı. Osmanlı İmparatorluğu 600 yıl sürdü. Ve diğerleri... 1000 yılda bir kent kuran uygarlık biraz ilginç geliyor. Yine arkeologlara göre, "büyük olasılıkla" Saudeleurlar adı verilen bir hanedanlık..(!) Yalnız 1000 yılda bu hanedanlığın yaptığı diğer yapılar, kültürel miraslar yok olmuş.

*Arkeologlar, bu kadar çok (250 milyon ton) bazaltın nereden geldiğini de açıklayamıyorlar. Çünkü bölgede böyle bir kaynak olmadığı gibi, bu kadar çok kayanın alındığı bir taş ocağı benzeri bir kalıntıda yok! Aynı bilim adamları bu altıgen yapıdaki bazalt sütunların doğal olarak bulunduğunu söylüyorlar. (Bazalt, yerkabuğunun çatlaklarından dışarı çıkan erimiş lavların soğuyup katılaşmasıyla oluşan volkanik bir kayaç türüdür.) Bilim adamlarının kabul ettiği birşey daha var; adada ve yakınlarında metal kaynakları da yok. Yani yerliler (eğer bu kenti onlar yaptılarsa) taş baltalarla kurdular bu kenti. 


*Konuyla ilgili bilimsel ve mantıklı açıklama yapmaya çalışan uzmanlar, nereden geldiği bilinmeyen bazalt blokların sallarla taşındığını, halat ve eğik rampalar yardımıyla yerlerine konduğunu söylüyorlar. 

Nan Madol, söylendiği gibi, Saudeleur'ların yapamayacağı kadar muazzam bir şehir. Nan Madol, çok daha eski, bilmediğimiz, ama teknik becerileri çok daha yüksek bir uygarlık tarafından yapıldı. Kazılarda, ev hayatıyla ilgili kanıtlar yetersiz olsa da, tapınak, mezar ve yönetim merkezi olduğu sanılan tüm yapılar ortaya çıkarıldı.

Burada bir fırtına tanrısına tapılırdı (şiddetli yağmurların yağdığı düşünülürse şaşırtıcı değil) ve kutsal havuzlarda çeşitli deniz canlıları beslenirdi. Bir törende kutsal yılanbalığı kullanıldığı ve pişirilmiş kaplumbağa ile beslendiği söylenir. Nan Dovvas bölgesinde özenle hazırlanmış mezarlar bulunurdu. Burada yüksek duvarlarla korunan dört mozole vardı ve bu bölge görülebilecek en büyük ayakta kalan yapıdır. Birçok bina asıl yüksekliklerine dair bilgi veremeyecek kadar yıpranmış durumdadır. Nan Madol’un yapımının 300 yıl aldığı sanılıyor. Ağır bazalt sütunlar Pohnpei'deki bir ocaktan, sahilin güneydoğu kıyısındaki bölgeye taşınırdı (su taşımacılığından mümkün olduğunca yararlandıkları sanılıyor).

Micronesia adalarında hiç metal kaynağı bulunmadığı için, kayaların kesilip şekillendirilmesi, metal aletlerin yardımı olmadan gerçekleştirilmiş. Bir dönemde Saudeleurlar saf dışı edilmiş. Tam olarak ne olduğu bilinmiyor ama efsane bunda fırtına tanrısının parmağı olduğunu söylüyor ve Nan Madol’un güneydoğudaki başka bir adada yaşayan Kosraeliler tarafından işgal edildiğine dair bir söylenti var. Avrupalılar ve Amerikalılar 19'uncu yüzyılda bölgeyi keşfe çıktığı sırada Nan Madol terk edilmişti. Bugün ayakta kalan binaları gezmek için bir bot turu düzenlemek hiç de zor olmasa bile, ada sakinlerinin bir kısmı buranın hayaletli olduğuna inanıyor.



Kaynak:






4 Haziran 2017 Pazar

Gideros Koyu

Tanıtım


*Batı Karadeniz’deki kartpostallık bir manzaraya sahip olan Gideros Koyu sessiz sakin bir 

tatil isteyenler için adeta biçilmiş bir kaftan niteliğinde. Gözlerinizi açtığınızda hem yeşili 

hem de maviyi görebilmenin huzurunu yaşamak isteyenler burada bulunan otel veya 

pansiyonların birinde konaklayabilirler. Kastamonu’nun Cide ilçesinde bulunan bu koy 

doğanın tüm güzelliğini gözler önüne seriyor. Gideros Koyu ziyaretinizi yaz mevsiminde 

gerçekleştirirseniz gezi, sizin için çok daha güzel bir hal alacaktır. Burada denize girebilir ve 

balık tutabilirsiniz.


*Cide ilçe merkezine 11 kilometre uzaklıktaki Gideros Koyu, birinci derecede doğal, ikinci derecede tarihi sit alanı. Geçmişi MÖ 15. yüzyıla uzanıyor. Strabon, buradaki ilk site devletini Amazonların, Prof. R. Leonhard ise Akalar’ın kurduğunu söylüyor. Homeros’un metinlerinde de rastlıyoruz Gideros’a. MÖ. 12. yy’da geçtiği sanılan Truva Savaşları’nı anlatırken, Batı Karadeniz sahil şeridinde kurulan güçlü Paphlagonia’dan bahsediyor. Bu krallığın Parthénios (Bartın), Sesamos (Amasra), Kromna (Kurucaşile), Aigialos (Cide) ve Kytoros’u (Gideros) içine aldığını öğreniyoruz. Gideros tarafında Henet, yahut Heneti (Enetler) adlı bir kavmin yaşadığını belirtiyor. İlyada destanında “Ulu gönüllü Enetler’in ve Paphlagonlar’ın hanı, Ares benzeri Plymen’in savaş alanına katırlara binmiş muharipleriyle geldiğini” anlatıyor. Ancak Truva Savaşı’nın sonu felaket olmuş. Kral oğlunu kaybetmiş, Paphlagonlar ikiye bölünmüş, bir bölümü Amasra’ya yakın Egialos (Cide) civarındaki köye yerleşmiş, diğerleri Adriyatik sahillerine göç ederek, Veneto halkının atalarını oluşturmuş.

  *Kastamonu - Cide “Turizm ve Korunan Alanlar” temalı Eden 2009 Yarışması 

      Finalistlerinden birisidir.



*Birçok doğal güzelliğe, birçok önemli medeniyete sahip olan destinasyon, henüz

 yeterince arkeolojik çalışmaya sahne olmadığından gizemini korumakta. Doğal

 mükemmeliyetin büyüsünün oluşturacağı hayranlığı tamamlayabilecek en yegane 

 unsur, eşsiz manzaranın tarihi çekişmelerin otantizmiyle harmanlandığı kalelerin 

 keşfedilmesi olarak düşünülebilir. Rıfat Ilgaz Sarı Yazma Kültür ve Sanat Festivali, 

 lezzetli yöresel yemeklerin çeşitliliği ve Anadolu misafirperverliği, diğer turistik çekim 

 unsurları arasındadır.

  Nasıl Ulaşılır?

  Gideros'a deniz ve karayolu ile ulaşmak mümkün. Karadan gelmek isteyenler Bolu-Gerede             
  arasında Yeni Çağ Yolunda Devrek - Bartın Yolunu kullanabilirler. Gideros Koyuna İnebolu 

  Cide arasındaki yoldan ulaşılır. Gideros Cide'ye 12 km uzaklıkta.